Günün Sözü


Günün Sözü

19 Haziran 2009 Cuma

"Gömleğin bir düğmesi yanlış iliklensin, diğerleri de yanlış olur."


Reklam Siteye Destek

İçin Reklamı Tıklayın

--------------------------


•Bilgi-avim


Pagerank


 


BiLgi Dünyası

DİVAN EDEBİYATI

DİVAN EDEBİYATI

 

DİVAN EDEBİYATI

Arap ve Fars edebiyatlarının tesirinde gelişen bu edebiyatın ilk ürünlerinin daha Ortaasya’da iken verildiğini (Kutadgu Bilig, Atabet’ül Hakayık) anlatmıştık. Onun devamı olarak Türkler Anadolu’ya göçtüklerinde, yeni yurtlarında yeni bir edebiyat oluşturdular. Elbette bu edebiyatın temelinde İslam kültürü vardır. Ancak tamamen dini konuları işleyen divan şiirleri, Tasavvuf Edebiyatı adı altında incelenir. Bunu Divan edebiyatından kesin hatlarla ayırmak mümkün değildir.

Şimdi Anadolu’da gelişen Divan edebiyatını yüzyıllarına göre inceleyelim.

 

13. Yüzyıl

Bu yüzyılda Türk edebiyatının, ünü sınırları aşan sanatçısı Mevlana yetişmiştir. Ortaasya’da , Horasan’da doğmuş ve küçük yaşta ailecek oradan ayrılıp Konya’ya yerleşmişlerdir. İslam ilminin temelini babasından almıştır.

İlmini, Şems-i Tebrizi adlı hocasından aldığı duygu ve tasavvufla birleştiren Mevlana asırlarca sürecek Mevlevi tarikatını bu anlayışla kurdu.

Mevlana, eserlerini, o dönemin edebiyat dili sayılan Farsça ile yazmıştır. Elbette bu, edebiyatımız açısından bir kayıptır. En önemli eseri, Mesnevi adlı 25618 beyitlik kitabıdır. Bu, tasavvufu öğretici bir kitaptır. Bunun dışında Divan-ı Kebir, Fîhi Mâfîh adlı eserleri de vardır. Divanında Türkçe, Farsça karışık olarak söylenmiş beyitler de vardır.

Mevlana, insanlara hoşgörüyle yaklaşması, tüm insanları sevmesi yönüyle evrensel bir sanatçıdır.

Bu dönemin bir diğer büyük şairi, Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’dir. Hemen her sahada onun izinden gitmiştir. Farsça şiirleri de olmakla birlikte Türkçe şiirleri daha çoktur.

Bu dönemin diğer tasavvuf şairleri Ahmet Fakîh ve Yusuf ü Züleyha mesnevisinin yazarı Şeyyad Hamza’dır.

13. Yüzyıl aynı zamanda tasavvufi olmayan Divan şiirlerinin de verilmeye başlandığı bir dönemdir. Bu türde tanınan ilk şair Hoca Dehhani’dir.

Şiirlerini temiz bir Türkçeyle ve sanatlı bir üslupla yazmıştır. Şiirlerinde tasavvufa hiç yer vermemiş; devrinin sosyal hayatını, ahlak ve güzellik anlayışını aksettirmiştir.

 

14. Yüzyıl

Bu yüzyılda artık edebiyat dili olarak Farsçanın kabul edilmesi terk edilmiş, Türkçeye dönüş hareketi hızlanmıştır.

Türkçeyi bir sanat dili haline getirmek isteyen en önemli kişi Gülşehri’dir. Bu şair Mantık’ut Tayr adlı tasavvufi eserinde Türkçeye bir kuş dili inceliği, ahengi kazandıracağını söylemektedir. Eserde kuşlar arasında geçen tasavvufi konulara yer verilmiştir.

Devrin Türk dili için çalışan diğer şairi Aşık Paşa’dır. Onun şöhreti şairliğinden çok şeyhliğinden gelir. O, çağdaşı Gülşehri gibi sadece Türkçeyi kullanmakla kalmamış, onu geliştirmek şuurunu da taşımıştır.

Onun en tanınmış eseri Garipname adlı, tasavvufi didaktik mesnevisidir. Mevlana’nın Mesnevi’sinden esinlenmiş görünen şair, ayrıca Yunus tarzı şiirler de söylemiştir.

Devrin diğer ünlü sanatçısı Kadı Burhaneddin’dir. Doğu Anadolu’da hükümdar olmaya çalışan ihtiraslı bir devlet ve siyaset adamıdır. Ayrıca derin fıkıh bilgisi de vardır. Bir Divan’ı vardır, bu eserde özellikle tuyug nazım şekliyle yazılan şiirler önemlidir. Çünkü edebiyatımızda bunu en çok kullanan şair odur.

Bu asrın edebi sahada en ünlü siması Ahmedi’dir. İslami ilimlerin yanında tıp, astronomi ve geometri alanlarında bilgi sahibidir. Sanat açısından en kıymetli eseri Divan’ıdır. Söz sanatlarını çok ince bir zevkle işlediği şiirlerinde halk diline geniş yer vermiştir.

Diğer önemli eseri İskendername adlı 8200 beyitlik mesnevisidir. Bu eserde Büyük İskender’in hayatına, idealine, fetihlerine dair rivayetler anlatılır. Eser, konusunu İran edebiyatından almış ancak söyleyişiyle yeni bir eser ortaya konmuştur.

Ahmedi’nin diğer eserleri Cemşid ü Hurşit adlı aşk konulu mesnevi, Tervih’ül - Ervah adlı tıp kitabıdır.

 

15. Yüzyıl

Bu devir, devletin gücünün hızla arttığı, Anadolu Türk birliğinin sağlandığı, İstanbul’un fethiyle imparatorluk haline gelindiği bir dönemdir. Üstelik bu asırda başa geçen hükümdarların kendilerinin de şiirle ilgilenmeleri,şiir söylemeleri sanatçıların gelişmesini teşvik etmiştir. II. Murat’ın “Muradi” Fatih’in “Avni”, II. Bayezid’in “Adli” mahlasıyla yazdığı Türkçe şiirler, bu hükümdarların sanat yönlerini ortaya koymuştur.

Diğer yandan ömrünün büyük bir kısmını Avrupa ülkelerinde sürgün hayatıyla geçiren Cem Sultan da, vatan hasretiyle yazdığı şiirlerde güçlü bir sanatçı olduğunu göstermiştir.

Bu dönemin dikkate değer büyük şairi Şeyhi’dir. Onun çok kuvvetli bir eğitimi vardır. İran’da çok iyi bir tıp eğitimi görmüştür. Saraya gelişi ise Çelebi Sultan Mehmet’in hastalığını tedavi edişiyle gerçekleşir.

Şeyhi’de tasavvufun derin izleri vardır. Ayrıca klasik Divan kültürüne son derece vakıftır. Bu gücünü Divan’ında göstermiştir. Ancak onun adını en çok duyuran eser Harname adlı hiciv türündeki mesnevisidir. Şeyhi bu eserde teşhis ve intak sanatlarını kullanmıştır. Çok sade bir dille yazılan eserde yaratılış bakımından farklı olan kişilerin birbiriyle yarışmasının uygunsuzluğu anlatılmıştır. Şeyhi’nin diğer ünlü eseri Hüsrev ü Şirin adlı aşk konulu mesnevisidir.

Asrın diğer önemli şahsiyeti, çağında “Şairler Sultanı” sayılan Ahmet Paşa’dır.

Sanatçı zarif söyleyişleri olan nüktedan biridir. İstanbul’un fethi sırasında Fatih’in yanında bulunması, onun Fatih tarafından sevildiğini gösterir. Devrinde Birçok sanatçıya aylık bağlanmasında etkili olmuştur.

Türkçeye son derece vakıftı. Lisanı düzgün, temiz ve ölçülüydü. Söylediği dizeler 16. yüzyıl Divan şiirinin mükemmel olacağını müjdeliyordu. Ahmet Paşa nazirecilik denen, beğenilen şiirlere benzer şiir yazma sanatını son derece geliştirmiş, kendinden sonrakilere bunu bir sanat olarak bırakmıştır. Ayrıca şiir içinde, yaşadığı olayların tarihlerini “Ebced Hesabı” denen bir yöntemle ifade etmesi, onun tarih düşürme işini bir sanat haline getirdiğini de gösterir. Elimizde bulunan tek eseri Divan’ı dır.

Asrın üçüncü büyük sanatçısı Necati’dir. Kastamonu’da nakkaşlık yapan şairin şiirleri Fatih’e kadar gelince, o, Necati’yi saraya almış ve ona katiplik görevi vermiştir.

Halk içinde yetişen ve önemli bir medrese eğitimi olmayan şair, şiirlerinde sade halk Türkçesini kullanmıştır. Bu yönüyle hem Baki hem Fuzuli tarafından şiirlerine nazireler söylenmiştir. Elimizde şaire ait sadece Divan’ı vardır.

Bu asrın, ünü çağları aşan ve eseriyle ölümsüzleşen diğer şairi Süleyman Çelebi’dir. Peygamberimizin doğumunu anlattığı “Mevlid” adlı mesnevisi, şairinin adını unutturacak kadar halka mal olmuştur.

15. asırda, Anadolu Türk edebiyatına dahil olmayan ancak öneminden dolayı bilinmesi gereken bir sanatçı da Ali Şir Nevai’dir.

Çok iyi bir medrese tahsili gören sanatçı, devlet işlerinden el çektiği dönemde hükümdarların fikir danıştığı, sanatçıların ona kasideler sunduğu, alimlerin adına kitap ithaf ettikleri önemli bir şahsiyet olmuştur.

Ali Şir Nevai, klasik Divan şiirinin bütün ölçülerini kullanmış ayrıca tam bir olgunluğa eriştirdiği “Tuyug” nazım şeklini milli bir şekil olarak geliştirmiş, cinasları, redifleri bir zevk unsuru haline getirmiştir.

Şiirde olduğu kadar, tarih, eleştiri, biyografi, sahalarında da üstün başarı göstermiştir. Nevai’nin en önemli özelliklerinden birisi de Türk dilini yabancı dillere karşı korumak yolunda gösterdiği gayrettir. O tam anlamıyla şuurlu bir dilcidir. Bu dilcilik, öztürkçecilik olmaktan çok, halk Türkçeciliği olarak söylenebilir.

Muhakemet’ül Lugateyn adlı eserinde Türkçe ile Farsçayı karşılaştırmış ve Türkçenin fiiller, cinaslar bakımından Farsçadan üstün olduğunu söylemiş ve örnekleriyle bunu ispatlamıştır. Bu eser Divan-ı Lügat’it Türk’ten sonra ikinci önemli dil kitabıdır.

Bunlar dışında onun dört Divan’ı vardır. Ayrıca beş mesneviden oluşan bir hamseyle, edebiyatımızda ilk hamseyi oluşturmuştur. Mecalis’ün Nefais adlı şairler tezkiresi, edebiyatımızda ilk tezkire sayılır.

Dostlarıyla ilgili yazdığı hatıra yazılarıyla, nazım şekillerini tanıttığı edebiyat bilgileri kitabıyla da birçok ilke imza atmıştır.

 

16. Yüzyıl

Bu dönemde, imparatorluğun tarihi gelişimine uygun olarak edebi sahada da en üstün seviyeye gelinmiştir. Edebiyatımızın en güçlü şairleri bu dönemde görülür. Bunlardan biri şüphesiz Fuzuli’dir.

Fuzuli, sanatının üstünlüğü, içtenliği ve bütün insanlığa seslenebilecek kadar engin olması dolayısıyla her dönemde sevilmiştir. Kuvvetli bir medrese tahsili görmemekle beraber kendini her alanda yetiştirmiş olan sanatçı, şiirlerinde Azeri Türkçesini kullanmıştır. İçinde yaşadığı romantik hal, onu ince ruhlu, ızdıraplı, hassas biri yapmıştır. Arapça, Farsça ve Türkçeyi çok iyi bildiğini bu üç dilde Divan’lar vererek de göstermiştir.

Bir aşk şairi olan Fuzuli’nin elbette en çok kullandığı nazım şekli de gazeldir. İlahi aşkla yoğrulmuş bu gazeller edebiyatımızın en lirik şiirlerindendir. Bu şiirlerde şiirin bir musıki olduğunu hissettirecek ses uyumu görülür.

Şiirlerinde halk Türkçesini kullanmıştır. Elbette yaşadığı bölgede üç kültürün kaynaşmış olması, onun şiirinde de kendini hissettirir. Türkçenin bir şiir dili olmasını arzulayan ve bunun için çalışan şair, Türkçenin çok az konuşulduğu Kerbela dolaylarında en güzel Türkçe şiirler söylemiştir.

Fuzuli’nin divanlarından başka nesirle yazdığı Hadikat’üs Süeda adlı Kerbela olayını anlatan eseri, Şikayetname adlı devrin yöneticilerini eleştiren mektubu ünlüdür.

Ayrıca Leyla vü Mecnun adlı mesnevisi edebiyatımızın ölümsüz bir eseridir.

Bu yüzyılın Anadolu’da yetiştirdiği en önemli sanatçı ise devrin “Şairler Sultanı” sayılan Baki’dir.

Baki, şiirinin iç ve dış ahenginde Osmanlı saltanatının ihtişamlı sesini duyurmuştur. Osmanlı şiir dili Baki ile zengin ve klasik bir dil haline gelmiştir. İyi bir tahsil gören Baki nükteli, canlı ve neşeli kişiliğini şiirlerine yansıtmıştır. Çok temiz ve ahenkli bir üslubu vardır. Şiirlerinde halk söyleyişlerine geniş yer vermiştir. Yabancı sözcüklerin yoğun olduğu dizelerde bile Türkçenin cümle yapısını korumuştur. Şiirde sözcük seçimine büyük değer vermiş, oluşturduğu ses ahengiyle, kendinden sonraki şairlere örnek olmuş, bundan sonra gelenler artık Fars şiirine değil, Baki’ye özenmişlerdir.

Şiirlerinde tasavvufa hiç yer vermemiştir. Aşk, zevk ve şarap alemleriyle ilgili neşeli şiirler söylemiştir. Üstün şiir yeteneğine karşın çok fazla eser bırakmayan şairin sadece Divan’ı vardır. Özellikle gazel türünde başarılıdır. Ayrıca Divan’daki “Kanuni Mersiyesi” önemlidir.

Dönemin diğer şairleri, gür ve pervasız söyleyişleriyle Hayali, mesnevi alanındaki üstünlüğüyle Taşlıcalı Yahya Bey sayılabilir. Yahya Bey hamse oluşturan önemli şairlerdendir. Hamseyi oluşturan beş mesnevi arasında bulunan “Yusuf u Züleyha” mesnevisi, aynı adı taşıyan benzerlerinden en üstün olanıdır.

 

17. Yüzyıl

Bu asır Osmanlı Devleti’nin en karışık dönemidir. Devletin geçirdiği siyasi yıkıma rağmen sanatta gelişme devam etmiştir. Şiirde artık İstanbul dışında da büyük şairler yetişmiştir.

Dönemin en büyük şairi hicivleriyle ünlenen Nef’i’dir. Erzurumlu olan şairin dili, estetik olduğu kadar kırıcıdır da. Övgü ve yergilerinde ölçü tanımayan şair, övdüğünü göklere çıkardığı kadar, yerdiğini yerin dibine batırır.

İstanbul’a geldiğinde içine düştüğü saray entrikaları, rüşvet, iki yüzlülük ortamında daha da sert bir mizacı olmuş, aşırı tepkiler göstermiştir.

Şiirinde göze çarpan ilk özellik ahenktir. Sözcüklerin musıkiliğini hayal gücünün zenginliğiyle birleştiren şair son derece güzel şiirler söylemiştir. Gazelleri ve kasideleri oldukça liriktir. Bunları Türkçe Divan’da toplamıştır. Ayrıca bir de hicivlerini topladığı Siham-ı Kaza adlı kitabı vardır.

Dönemin diğer büyük sanatçısı Nabi’dir. O, hem bir bilgin hem bir dindar hem de iyi bir şairdir. Nabi toplumcu bir şairdir. Kötülükleri, fakirliği, mevki düşkünlüklerini eleştirir. Sanatta güzeli aramaktan çok, doğruyu bulmak amacını güder. Şiirde açıklığa büyük önem verir.

En önemli eseri “Hayriyye” adlı didaktik bir mesnevidir. Eserde İslami bilgilerin yanı sıra, ahlaki öğütler de vardır.

Kibirli olmamak, yalandan uzak durmak, yöneticilere fazla yaklaşmamak, devlet memurluğuna özenmemek öğütlerden birkaçıdır.

 

18. Yüzyıl

Osmanlı Devleti’nin artık yıkılmaya yüz tuttuğu, siyasi açıdan zor günler geçirdiği bu asırda Divan şiiri de son parlak şahsiyetlerini yetiştirmiştir. Bunlar Nedim ve Şeyh Galip’tir.

Nedim Lale Devri’nin zevk safa alemlerini şiirine en güzel şekilde almıştır. Onun şiiri Divan edebiyatı geleneğini birçok noktadan aşmıştır. Divan şiirinin idealize ettiği güzel tipini bir kenara bırakmış, yaşayan güzellerin peşine düşmüştür. Nedim, sanatına günlük hayatı, kendi yaşayışını ve çevresini koymuş, halkın söyleyişini, dilini, deyimlerini sık sık kullanmıştır. Bu yönüyle “Mahallileşme Cereyanı” denen halka inmeyi başlatmış sayılır.

Sözü kullanmada hünerli olduğunu gazelleriyle ortaya koyan Nedim, eğlenceye düşkünlüğünü de şarkılarında göstermiştir. Şarkı tarzı Nedim’le zirveye çıkmıştır. Kasidelerinde son derece zengin bir hayal dünyası olduğunu göstermiştir. Müderris olmasına rağmen dini konulardan hiç söz etmeyen şairin şiirleri Divan’ındadır. Nedim’in mesnevisi yoktur.

Divan edebiyatının son büyük şairi Şeyh Galip’tir. Mevlevi tarikatına mensup olan şair 40 yıllık ömrüne büyük şeyler sığdırmıştır.

Şeyh Galip, Sebk-i Hindi denen gizli, kapalı şiire yönelmiştir. Bu nedenle bazı şiirlerini anlamak zordur. Şiirleri baştan sona mecazlar, hayallerle örülüdür. Soyutlama zevki, renk ve hayal cümbüşü şiirleri iyice sembolik hale getirir.

Şeyh Galip’in en önemli eseri ise ona hayatını adadığı Hüsn ü Aşk mesnevisidir. Tamamen sembolik olan bu eserini yazarken, Mevlana’nın mesnevisi’nden etkilenmiştir.

•  •  •

Divan şiiri 19. yüzyılda birkaç şairle sürdürülmüş olsa bile Batı edebiyatı etkisi artık onun etkisini büyük ölçüde azaltmıştır.

 

DİVAN EDEBİYATINDA NESİR

Nesir (düzyazı), edebiyatımızda Batı etkisine gelinceye kadar şiirin yanında hep gölgede kalmıştır.Verilen örnekler de bir düşünceyi iletmekten çok sanat yapmak amacıyla ortaya koyulmuştur.

Divan edebiyatı döneminde iki tür nesir örneği görülür. Birincisi bazı tercüme eserlerle, halk için yazılan kitaplarda, özellikle tarihlerde kullanılan sade nesirdir. Gerçi mecazlı, cinaslı ve secili nesir Türk edebiyatında öteden beri görülen ve sevilen bir nesirdi. En güzel örneklerini ise Dede Korkut Hikayelerinde görmekteyiz. Diğeri ise özellikle Sinan Paşa’yla başlayan süslü nesirdir.

15. yüzyılda Sinan Paşa’nın oluşturduğu nesirde İran edebiyatının etkisi görülür.

Sinan Paşa Fatih’in sadrazamlığını yapan ilim sahibi biridir. En önemli eseri Tazarruname adlı münacat (Allah’a yakarma) eseridir. Ağır, sanatlı bir söyleyişi vardır. Bundan daha sade ama yine secilerle yüklü diğer eseri ise didaktik, ahlaki bir eser olan Marifname’dir. Bazı evliyaların menkıbelerini anlattığı Tezkiret’ül Evliya adlı eseri de önemlidir.

Bu asırda Sinan Paşa’nın süslü nesrine karşı sade nesirle eserler yazan diğer bir sanatçı Mercimek Ahmet’tir. Eserlerinde konuşma diline yakın bir dil görülür. Yazarın en önemli eseri Farsça aslından çevirdiği Kaabusname adlı didaktik bir öğüt eseridir. Eserde sosyal hayatla ilgili öğütler vardır.

Bu asırda ayrıca tarih kitapları da yazılmıştır.

Nesir alanında önemli edebi eserlerin verildiği diğer bir dönem de 17. yüzyıldır. Bu dönemde genellikle sade nesir kullanılmıştır. Dönemin en önemli edebi eseri ise Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” adlı eseridir. Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde birçok yer gezen Çelebi, gördüklerini biraz abartılı bir üslupla yazıya geçirmiş ve 10 ciltlik bir eser meydana getirmiştir.

Devrin diğer nesircisi Katip Çelebi’dir. Yazar bir edebiyatçı olmaktan çok, bilim adamıdır. Tarih, coğrafya, tıp, biyografi gibi birçok alanda eser vermiştir. Eserlerinde daha çok Arapçayı kullanan yazarın Fezleke adlı Türkçe tarih kitabı vardır.

Divan edebiyatının son dönemi olan 18. yüzyılda nesir alanında daha çok gezi yazıları görülür. Bunlar da özellikle Batı’ya giden aydınların gezdikleri yerlerle ilgilidir. Bunlardan en önemlisi 28 Çelebi Mehmet’in yazdığı Sefaretname-i Fransa adlı eseridir.

Edebiyatımızda modern anlamda nesir 19. yüzyılda Tanzimat Edebiyatı ile başlar.

Tarihi gelişimini bu şekilde gösterebileceğimiz Divan edebiyatının genel özelliklerini şöyle maddeleştirebiliriz:

  1. Temelinde İslam dininin bulunduğu Türk, Arap ve İran edebiyatlarının karışımı, ortak kültürün bir ürünüdür.

  2. Dil, cümle yapısı bakımından Türkçe olmasına rağmen sözcükleri bakımından Arapça, Farsça, Türkçe karışımıdır.

  3. Şiirde aruz ölçüsü kullanılmıştır.

  4. Nazım birimi olarak beyit kullanılmıştır; ancak tuyug, şarkı ve rübailerde dörtlük kullanılır.

  5. Daha çok tam ve zengin kafiye kullanılmıştır.

  6. Konuya değil konunun işleniş biçimine önem verildiğinden aynı konu değişik dönemlerde birçok şair tarafından işlenmiştir. Bu yüzden Leyla vü Mecnun, Yusuf u Züleyha adını taşıyan birkaç eser vardır.

  7. Divan şiirinde Arap ve Fars edebiyatlarından alınan belli semboller vardır. Mazmun adı verilen bu semboller hiç değiştirilmeden kullanılır. Gül deyince sevgili, bülbül deyince aşığın anlaşılması gibi. Bunlar dışında Türklerin oluşturduğu semboller de vardır.

  8. Şiirde bütün güzelliğine değil parça güzelliğine değer verilir. Hatta çoğu şair “Mısra-i berceste” adı verilen en güzel dizeyi oluşturmaya çabalar.

  9. Divan şiirinde gerçek hayat ya da insan, olduğu gibi değil idealize edilerek anlatılır. Şiirin anlaşılması için sözcüklerin ötesindeki anlamlara dikkat edilmelidir.

  10. Gazel, kaside, mesnevi, rübai gibi ortak nazım şekilleri kullanılır.

  11. Daha çok aşk, ayrılık, hasret, ölüm, doğa sevgisi gibi kişisel konulara değer verilir.

  12. Temelinde din olan Allah aşkını, Peygamber sevgisini anlatan Divan şiirleri Tasavvuf edebiyatı adıyla incelenir.

 

DİVAN EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ

Türklerin, İslamiyetin kabulünden sonra Arap ve Fars edebiyatlarından alarak kullanmaya başladıkları nazım şekilleridir. Bunlara daha sonra sadece Türklerin kullandığı nazım şekilleri de eklenmiştir.

Divan edebiyatı nazım şekilleri, dize sayılarına göre üç grupta toplanır. Bunları şema halinde gösterelim.

Şimdi bunları ayrıntılarıyla görelim.

 

GAZEL

Aşk, ayrılık, hasret, özlem gibi lirik konularda yazılan şiirlerdir. Bazı dini gazellerde Allah aşkı, peygamber sevgisi de işlenebilir. Türk edebiyatına İran edebiyatından girmiştir.

Gazel 5 - 15 beyit arasında yazılabilir. Gazelin ilk beyitine matla denir. Bu beyitte dizeler kendi arasında kafiyelidir. Bundan sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest, ikinci dizeleri matla (ilk) beyitiyle kafiyelidir. Yani aa, ba, ca ...

Gazelin son beyitine makta denir. Gazelde şairin mahlası genellikle son beyitte bulunur. Bazen son beyitten bir önceki beyitte de geçebilir.

Genellikle gazelin beyitleri arasında anlam bütünlüğü bulunmaz. Ancak bazı gazeller bir konu bütünlüğü içinde yazılır. Bunlara yek-ahenk gazel denir. Eğer şair anlam bütünlüğünün yanında bir de aynı güçte beyitler yazabilmişse bunlara da yek - avaz gazel denir.

Kimi zaman ise gazeli oluşturan beyitlerin dize ortalarında iç kafiye oluşturulduğu görülür. Bunlara musammat gazel denir.

Gazeller aruzun her kalıbıyla yazılabilir. Bu sahada Fuzuli, Baki, Nedim, Ahmet Paşa başarılı eserler vermişlerdir.

 

KASİDE

Genellikle din ve devlet büyüklerini övmek için söylenen şiirlerdir. Ancak başka konularda yazılan kasideler de vardır. Kafiye dizilişi yönünden gazelle aynıdır. Yani aa, ba, ca...

Kaside en az 20 en fazla 99 beyit olur. Kasidenin ilk beyitine matla son beyitine makta denir. Şairin mahlasının geçtiği beyite taç beyit, kasidenin en güzel beyitine beytül kasid denir.

Kaside belli bölümler halinde yazılır. Bunları altı grupta toplayabiliriz.

1. bölüm, nesib ya da teşbib bölümüdür. Bu bölümde bahar mevsimi, kış manzaraları betimlenir ya da bayram günleri anlatılır.

Bunlardan başka köşklerin, kervansarayların, camilerin betimlendiği nesib bölümleri de görülür.

2. bölüm, girizgah bölümüdür. Nesib bölümünden asıl konuya geçiş ifade eden bir veya birkaç beyittir. Girizgah bölümü gelişigüzel söylenmez. Nükteli, ince sözlerle konuya geçilir.

3. bölüm, medhiye bölümüdür. Bu bölümde asıl anlatılmak, övülmek istenen kişi için ne denecekse açıklanır. Bu, kasidenin asıl bölümüdür.

4. bölüm, fahriye bölümüdür. Bu bölümde şair kendinin yeteneğini, anlatımını göklere çıkarır. Çoğu zaman kendini diğer şairlerle karşılaştırır ve üstünlüğünü ortaya koyar.

5. bölüm tegazzül bölümüdür. Bu bölümde kasideyle aynı ölçüde ve uyakta gazel yazılır. Şair uygun bir sözle gazel söyleyeceğini ifade eder.

6. bölüm dua bölümüdür. Kasidenin son bölümüdür. Bu bölümde şair övdüğü kişinin başarılarının devamlı olması, ömrünün uzun olması için dualar eder, iyi dileklerde bulunur.Kasideler konularına göre de değişik adlar alır.

Tevhid : Allah’ın birliğini anlatan kasidelerdir.

Münacaat : Allah’a yalvarmak, dua etmek amacıyla yazılan kasidelerdir.

Naat : Peygamberimizi övmek için yazılan kasidelerdir.

Medhiye : Devrin ileri gelenlerini övmek için yazılan kasidelerdir.

Hicviye : Devrin yöneticilerini eleştirmek için yazılan kasidelerdir.

– Mersiye – Cülûsiyye

 

MESNEVİ

Edebiyata İranlıların kazandırdığı bir nazım şeklidir. Mesnevilerde her beyit kendi arasında kafiyelidir: aa, bb, cc... Bu nedenle en uzun şiirler mesnevi türüyle yazılmıştır.

Mesnevilerde konu birliği vardır. Olay kaynaklı eserler yani Leyla vü Mecnun, Hüsn ü Aşk gibi hikayeler mesnevi ile yazılmıştır. Firdevsi’nin 60.000 beyit tutarındaki Şehname adlı destanı da mesnevi türündedir.

Bir şair beş mesnevisini bir araya getirerek hamse oluşturur. Hamse sahibi olmak şair için bir övünç kaynağıdır.

Mesneviler ayrı bir kitap halinde yayınlanır, şairin diğer şiirleri ise Divan’da toplanır.

Edebiyatımızda Ali Şir Nevai, Şeyhi, Fuzulî, Nabî, Şeyh Galip mesnevileriyle tanınır. Baki, Nef’i, Nedim gibi şairler ise mesneviyi hiç kullanmamışlardır.

 

KIT’A

Genellikle iki beyit olarak yazılan bazen daha fazla olabilen gazele benzer nazım şeklidir. Gazelin matla beyiti kıt’ada bulunmaz. Yani beyitler xa, xa ... olarak kafiyelenir.

Kıt’ada şairin mahlası çoğu zaman yoktur. Daha çok felsefi ve toplumsal düşünceler anlatılır. Beyitler arasında anlam bağlantısı görülür.

 

MÜSTEZAT

Bir uzun bir kısa dizelerden oluşan nazım şeklidir. Kısa dizeler kaldırıldığında ortaya gazel çıkar. Kısa dizelere “ziyade” denir. Müstezat, aruzun tek kalıbıyla yazılır. Ziyadeler de bu kalıba uyar.

 

RÜBAİ

Tek dörtlükten oluşan nazım şeklidir. Kendine özgü ayrı bir ölçüsü vardır. aaxa şeklinde kafiyelenir. Çoğu zaman şair dünya görüşünü, felsefesini, tasavvufi düşüncesini rübaiyle ortaya koyar.

 

TUYUG

Divan edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir türdür. Şekil olarak rübaiye benzer. Tek dörtlüktür, aaxa kafiye düzeni vardır.

Halk edebiyatındaki mani ve İran edebiyatındaki rübainin etkisiyle oluşmuş denebilir. Aruzun sadece fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılır. Ayrıca 11'li hece ölçüsüne de çoğu zaman uyduğundan şairlerimizce hoş bulunmuş olabilir. Rübaiden sadece ölçüsü yönüyle ayrılır. Bazı tuyuglarda dört dize de kafiyeli olabilir.

 

MURABBA

Dörder dizelik bölümlerle kurulan nazım biçimidir. En az üç, en fazla 7 dörtlük olur. Kafiye örgüsü aaaa, bbba, ccca şeklindedir. Bazen dörtlüklerin son dizeleri nakarat şeklinde olabilir. Konu olarak gazele benzer.

 

ŞARKI

Türklerin Divan edebiyatına kazandırdığı bir nazım şeklidir. Bestelenmek amacıyla yazılır. Bu nedenle musikiye yatkındır. Kafiye örgüsü murabbaya benzerse de ilk dörtlüğün aaab şeklinde olduğu şarkılar da vardır.

Edebiyatımızda şarkı denince akla Nedim gelir. Gayet sade bir dille yazdığı şarkılar kendinden sonrakilere örnek olmuştur. Özellikle Yahya Kemal, Nedim tipi şarkılar yazmıştır. Bu şarkılarda nakarat kullanılmıştır.

 

MUHAMMES

Beş dizelik bölümler halinde söylenen nazım şeklidir. Bir muhammesin ilk beşliğindeki son dizenin, aynı beşlikteki diğer dört dize ile kafiyeli olması şart değildir. Beşlik sayısı bir kayda bağlı değildir.

 

MÜSEDDES

Altı dizelik bölümler halinde oluşturulan nazım şeklidir. Müseddeslerde, her bölümün yalnız son dizesi değil, sondan iki dizesi birden, ilk bölümün son iki dizesine uygun söylenir, ya da bu iki dize her bölüm sonunda tekrarlanır.

 

TAŞTİR

Bir beyitin birinci ve ikinci dizeleri arasına iki veya daha fazla yeni dize ilave edilerek oluşturulan nazım şeklidir. Yeni eklenen dizelerin kafiyesi beyitin kafiyesiyle aynı olmalıdır.

 

TERKİB-İ BEND

10 ila 20 dizelik bentlerden oluşan nazım şeklidir. Bent sayısı 5 ile 10 arasında değişir. Bentleri oluşturan dizeler genelde gazeldeki gibi kafiyelenir. Bendin son beyitine vasıta beyti denir. Bu beyit her bendin sonunda değişir ve mutlaka bentten ayrı olarak kendi arasında kafiyelenir.

Terkib-i bendin uyak düzeni aaxaxaxaxabb şeklindedir. Bentler beyitlere ayrılarak sıralanır.

Bu nazım şeklinde talihten, hayattan şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılır.

Edebiyatımızda Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa bu nazım şeklindeki şiirleriyle tanınır.

 

TERCİ-İ BEND

Biçim ve uyak yönünden terkib-i bende benzer. Ancak her bendin sonundaki vasıta beyitleri aynıdır yani nakarat şeklindedir.

•  •  •

Divan edebiyatı, önceden de söylediğimiz gibi 19. yüzyılın başlarında artık yavaş yavaş yerini Batı’dan gelen yeni edebiyata bırakmaya başlamıştı. Hem çok güçlü Divan şairlerinin bulunmaması, hem de tekrar ede ede kalıplaşan bir söyleyişin artık bıkkınlık vermesi yeni edebiyatın yerleşmesini hızlandırmıştır.

Elbette bu, aniden olmamış, şekil ve dil olarak 20. yüzyılın başına kadar etkisini sürdürmüştür.


 

dizilerWebmasterim.ComGenelSiteni EkleHit-Kurdu

Site EkLe, Hit Kazan, Toplist, Hit Al, Hit Kazan Google Toplist, Googlelist, Google ListAradur.com | Arama Motoru

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol